21 Aralık 2007 Cuma

21 Aralık Dünya Tüm Kırtasiyeleri Kapatıp Doç. Dr. Oetker'e Bir Tarafla Gülme Günü

Amanin!! İçime vazelin kaçtı!!

-vöyk. vonk. gulırk. zizozizaaaaw... füçu!- (ya da bilimum "ruhumu ele geçirdiler" efektleri)

beni unuttunuz... ben vazelinin ruhuyum...
beni yine piçirik yaptınız... ihmal ettiniz... intikamımı
aliceeeem...emm...em...m..m...

-füçu! vön vön. vızırıııv- (ya da "tekrar kendim oldum" efektleri)

Efendim merhabalar. Kusura bakmayın. Uzun süre yazamadım; ancak yoğun ve tempolu Zimbabwe gezimin yorgunluğunu daha yeni yeni atabiliyorum (bu gezi hakkındaki yazım çok yakında gelecek). Gerçi diğerlerine ne oldu bilemiyorum. Sayın Koçak, ya da Malkoç, ya da Pembelim, ya da Christobel kaç zamandır yazmak istiyor; ancak Vazolar Konseyi olarak sürekli kendisi yazarsa çok hevesliymiş görüntüsü veririz, olmaz diye düşündük. O yüzden yazmadı. Başak Hanım'ın akıbetini bilmiyoruz, kendisi en son bir arap prensiyle Swiss Hotel lobisinde görüldü. Mr. M. Çağın Kırca hakkında hiçbir fikrim yok; ancak zannedersem pipisi düştü. Bulanlar danışmaya müracaat edebilink.

Efendim malumunuz bugün önemli bir gün. "21 Aralık Dünya Tüm Kırtasiyeleri Kapatıp Doç. Dr. Oetker'e Bir Tarafla Gülme Günü". Biliyorum bilgisayarınızın başında "Bu ne saçmalıyor yine yahu?" diye sorular soruyor, "Yok artık Lebron James'in deve desenli bale pabuçları!" diye şaşkın tepkiler veriyorsunuz; ama gerçek bu. Vallahi de bu. Billahi de bu.

Tüm günümü A. Ayrancı mahallesinde kırtasiye arayarak geçirdim. Ne kadar kırtasiye varsa hepsini üçer kez dolaştım ve hiçbiri açık değildi. Hiç bana bayramdı, şuydu, buydu, sular kesikti, yoğurt yemişti vs. muhabbetleri açmayın. Bayramda EŞŞEK tane nöbetçi eczane var, bir tane nöbetçi kırtasiye yok. Niye efendim? ha? HA? Niye? Eczacılar insan değil mi? Onlar da istemiyor mu büyüklerini ziyaret etmek, ellerini öpmek, büyükleri onlara şeker ve çikolata verirken mutlu aile tablosu çizerek bilimum reklamlara malzeme olmak? İstemez olurlar mı? Çok istiyorlar. Ama sabahtan akşama kadar vitaminsizlikten yakınan 30 yaşındaki kadınlara "Centrum"un çileklisinin bulunmadığını izah etmek zorundalar.

Hayır efendim. Bu haksızlıktır, kalleşliktir "hıncallıktır, uluçluktur."(Eksisozluk, Sayfa Altı). Kabul edilinebilinebilibiligehgehbilinilemez. Hof. Sinirlendim. Bakmayın kusuruma. Öyle tek bir çatı altında toplanmış, ana fikri destekleyen paragraflarla donanmış fantastik bir yazı yazamadım; ancak bu ülke içimizde kalan şeyleri söyleyemediğimiz için böyle oldu. Evet evet, bir kişi bile çıkıp da "kardeşim tuvaletleri alafranga yapmaya kasıyorsunuz da alaturka daha hijnyenik!" demediği için hergün binlerce insanlarla popomuzu paylaşıyoruz. Kimse çıkıp "kardeşim köpeğinin (çok affedersiniz) dışkısını temizlesene!" demediği için her gün yüzlerce kişi "Iyyy, boka bastım..." deyip ayağını sürüye sürüye yürüyor.

Böyle şeyleri söylemeli dile getirmeliyiz. Netekim yazımı, bununla çok alakalı olarak Kavak Yelleri dizisi 17. bölümünden bir alıntıyla bitirmek istiyorum:

"içinden geleni söyle evlat;
çünkü kalırsa... yazık olur"

Ya işte böyle. Siz şimdi geçin dalganızı; ama bir gün siz de 120 sayfa bastıramadığınızda Doç. Dr. Oetker dediydi dersiniz. Ben giderim, creme olé kalır, obezler beni hatırlasın.

Öptüm mujuxxx.

18 Kasım 2007 Pazar

Katinamın Elinde Vazelin

Efendin merhabalar! Yahu bu Koçak arkadaşımız ne hevesliymiş meğersek yazmaya değil mi? Bir hayırsever elinden tutsa da onu da kardelen yapsa keşke. Böylece 15 yıl sonra o da "Küçük Vazelin"lere girip "ben de kardelendim" diye yorumlarda bulunabilir. Nitekim Törkcell, İş Bonkosu ve daha niceleri kendisini, ailesini ve telif haklarını satın alıp üzerine reklam yapabilir. -Koçak saf çocuktur inanir. Şimdilik iyi gidiyoruz vallahi bir hafta içinde eşşek tane yazı yazılmış. Başank ve Koçak arkadaşlarımız da aramıza teşrif etmiş ve Mr. M. Çağın Kırca beyefendinin yeni yazısının son taslağında olduğu haberlerini aldık. eNTV'deki "Aliş" programına konuk olan sayın M. Çağın Kırca'nın bu yeni yazısıyla ilgili yaptığı röportajı sizler için yazılı hale getirmiş (transcript) bulunmaktayım. Buyrunguz:
(NOT: A = Program Sunucusu , Ç = Mr. M. Çağın Kırca)
A: Merhabalar sevgili izleyenler. Bugün yanımızda son günlerin en çok konuşulan -blog- yazarlarında Mr. M. Çağın Kırca var. [alkış]
Ç: Merhaba...
A: Efendim hemen sorularımıza geçelim. Son günlerin en çok konuşulan -blog- yazarlarından biri olmak nasıl bir duygu?
Ç: Yani. Fazla farklı değil aslında. Hayatım çok fazla değişmedi.
A: Ama ilk yazınız "Kabullenilmemiş Çocuk" çok tuttu. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Ç: Vallahi efendim biz Sezercik'le büyüyen bir toplumdan geliyoruz. Bu toplum -efendime söyliyim- "Gelinim Olur musun?" , "Oğluma Verir misin?" gibi programlarla ayakta kaldı bugüne kadar. İnsanlar o geçmişteki o abartılı komedi değerlerini ancak Avrupa Yakası'nın Eşşek'inci sezonunu izleyerek sağlam tutabiliyor. Böyle bir dönemde Vazo'nun değeri tam anlaşılamamıştı. Bu yüzden insanlara tokat etkisi yapacak, "Hmmm." diye düşündürecek bir şeyler yazmak zorunluydu.
A: Hamhum. Peki bir de arkadaşınız Doç. Dr. Oetker var. Bazıları ona Ötgır diyor. Bu bloga başlama işi nasıl oldu?
Ç: [Editör Notu: Röportajın bu kısmı cızırtılıydı. O yüzden her ne kadar özenli yazdıysam da anladığım şekliyle yazabildim.] Vallahi Doktor benim çok değer verdiğim çok cool bir insan. Onun gibisi dünyaya 100 yılda bir gelir. Kendisi daha çok büyük atılımlar yapacaktır. Bu Vazo'yu kurması bile onu tarihin önemli insanları arasına sokabilir.
A: Peki Mr. M. Çağın Kırca , yeni yazınızdan bahsetseniz birazda. Hala bitmedi değil mi?
Ç: Hayır. Maalesef uzun bir araştırma ve geliştirme sürecinden geçmesi gerekti. Hala bitiremedik.
A: Peki adı belli mi?
Ç: Evet. "Güz Bahçelerindeki Akasmalar'dan Çok Severdim Ben Seni Küçükken Kediciğim" olacak.
A: Ay ne süper ad. Çok sevdik. Sizi de öptük. Reklama giriyoruz. Döndüğümüzde siz gitmiş olacaksınız. Baay.
Ç: Ne demek efendim...
-Courtesy of NTVNSMBC

Efendim Mr. M. Çağın Kırca cephesinde gelişmeler böyle. Koçak bey malum, biliyorsunuz yerinde duramıyor. Poposuna hint biti kaçmış galiba. Yakınlarda bir vazelin sürmek gerekir.
Başak Hanım tekrar uykuya çekildi. Tanışma macerası höberik hüberik derkene yok oldu gitti. Onunla yakınlarda bir Zimbabwe seyahatimiz olacak. Dönüşte gezi notlarımızı da elbet sizinle paylaşacağız.

Bir yazıyı daha bitirirkene şimdiye kadar Vazo hakkında yapılmış bazı yorumları derledim. Kıskananları nispet olması açısından teşir ediyorum.

"Thrilling" - Sunday Times

"Bir fincan Vazelin'in 40 yıl hatrı vardır." - 12 Kasım 2007 Milliğet Gazetesi Manşeti

"Bizler de vazelin kullanıyor, nitekim görmesek de vücudumuzun her yerine sürüyoruz." - Altınokta Yöreler Derneği

"Dava açıyorum!! Benim hayvanlar aleminde resimlerim ha? Vazo'nuzu da alın gidin!!" - Necip Tartip Derdöven

"Vazelin 1 YTL olacak." - Cem Üzen

"Katinamın elinde vazelin. Süremez ah süremez. Sürmesini bilmez, yavrum gözüm katinam. Getir sürelim, getir sürelim." - Tüysüz Vircin


Ya işte böyle sevgi tomarları. Bir kere daha gömüşene kadar Vazo'yla kalın, esen kalın, seksi olun.

Mucxxx,
Doç. Dr. Oetker

13 Kasım 2007 Salı

Merhabalar efenim. Düşündüm taşındım birazcık da kaşındım yazacak bişeyler buldum. Ben vazelinin diğer üyeleriyle nası tanıştığımı anlatayım.
Şimdi bakınız. Ben lise 1 de körpe bir genç kız iken bir IB sınıfına girmiş bulundum. Sınıf haremlik selamlık. Daha suratında tüy bitmemiş bir sürü delikanlı. Aralarında biri var ki siyah kolej ayakkabıları, püsküllü böyle, gömleğin kolları kıvrık, badi badi geziyor. Eleman ufacık tefecik içi dolu turşucuk tadında. "Anam" diyorum "bu benim kuzene benziyor!". Kaynaşmak biraz zaman alıyor fekat vıcık vıcık oluveriyoruz. Beraber İstanbul'a gitmeler, aynı odada kalıp yastık savaşı yapmalar felan fişmekan. Geliyoruz lise 2 yeeeee. Orda da aynı sınıftayız. Yine vıcık vıcık bir hal tavır. Lise 1 de farkına vardığımız film aşkımızla abuk subuk hareketlerde bulunuyoruz efendim. Durum öyle bir hal alıyor ki bütün hareketlerimiz aynı insan olduğumuzu gösteriyor. Öyle ki lise sonun ilk günü aldığımız çantaların aynı olduğunu bile farkediyoruz. Sonuç olarak efenim biz bu Doç. Dr. Oetker ile kavga dövüş memiş mimiş moş devam ediyoruz. Kendisi inatçı bir keçidir.
Gelelim ikinci elemana. Bu arkadaş böyle çöp gibiii, ipince kıvırcık saçlı bir delikanlı. Kendisinin kahverengi iri botları var. Ara sıra dolanıyor koridorda. Birileriyle muhabbet ediyor. Adını sanını bilmem etmem. Bir gün sınıfta sıranın üstünde oturuyorum, eleman da sınıfta. Bir müzik muhabbeti dönüyor ama bekleme salonundaki zoraki muhabbet kıvamında. Derken efenim lise 2 ye geliniyor yine. Bu sefer ekip büyüyor. Pek hazzetmiyoruz birbirimizden. Ta ki o zor döneme kadar. Baran'ımız giderken bu canım dostumla bizi birbirimize bağlıyor da gidiyor. O gün bugündür canım ciğerimdir kendisi. Sevgilerimi yolluyorum burdan. Ayrıca Almanya'daki enişteme... Neyse. Müzik için soyunurum.
Ve son eleman. Lise 2'de yine sınıfa birkaç gün geç gelmişim. Tonla kız var 2 erkek. Biri bizim Oetker de diğeri kim acaba. Yeni mi gelmiş acaba hiç görmemişim şimdiye kadar. Süveteri giymiş oturuyor Nisan'ın yanında. Tartışıyorlar durmadan. Ha bir de sürekli daha mantıklı bir açıklaması var her şeye. Bir süre soğuk nevale takılıyoruz ikimiz de. Sonra bu genişleyen grupla birlikte biz de kaynaşıyoruz. Kaynaşıyoruz kaynaşmasına çok da geyik var ama bir saygı çerçevesi içindeyiz azizim. Bir ara tatsızlık oluyor kopuyoruz ama benim cinsiyetimle ilgili problemin çözülmesiyle normale dönüyoruz. Saygılar sevgiler efenim. Bol Koçaklı günler.
İşte böyle sevgili gençler. Kâh güldük kâh eğlendik ama hep mal mal konuştuk. Umarım ilerleyen günlerde daha fazla saçmalayabilirm. Eyvallah.

12 Kasım 2007 Pazartesi

Çok Afili, Bol Şekilli Bir Başlık!!

Tekrar merhabalar efendim. Kusura bakmayın, Vazelin'i biraz aksattık gibi olmuş gibi görünse de bundan sonra sık sık yeni yazılar ekleneceğini temenni ediyorum diye yalanımı söyleyerek başlıyorum yazıya. Çağın çok şirin, dokunaklı, anlamsız ve bir o kadar da seksi bir yazı yazmış, Vazelin'i Sezercik (benim babam var...) konumundan almış, Allah ondan razı olsun. Nitekim aklımı kurcalayan bazı sorunlar var.

Kaç zamandır Vazelin için bir kısaltma düşünüyorum. Vaziş diyesim var, olmuyor... Vazz diyesim var, cık, jazz der gibi oluyor... Vazlak diyesim var, o da dazlağa kaçıyor... En uygunu Vazo gibi duruyor; ama o da başka bir anlama tekabül ediyor. Üstelik hiçbir insan Vazo'yu çok affedersiniz kıçına ya da başına sürmez, sürene de deli ya da Alaaddin denir. -Vazolardan cin çıkmaz!!

Yine çok güzel saçmaladım değil mi? Ne yapayım? Saçmalamak kanımda var. Tutamıyorum kendimi. Size çocukluğumdan da bahsedebilirdim, evet bunu yapabilirdim; ancak sırası değil zamanı değil. Vazelin'in biraz ısınması gerekiyor bunun için. Bir zaman geçsin. İnsanlar bir sindirsin. -Vazelin yenmez!! Olayın teorisini, vazelinin altında yatan asıl amacı anlasınlar. -Mesela Vazo olsa "altında yatan amaç" lafı daha afili olur, bir metafora işaret ederdi. Sonuç olarak bir bakalım. Vazelin nereye gidiyor? Ne haller oluyor? Şu ana kadar sadece ruhlarını görmüş olduğumuz diğer iki arkadaşımız maddiyata erecekler mi? Tıpkı 16. bölümünü yeni izlediğimiz bir Türk dizisi gibi havada kalmış pek çok soru var değil mi? Fakat iyi bir yazar ne yapar. Okuyucuyu sorularla bırakır.

Ahanda bıraktım. Öptüm. Kaçtım.
Kalın salıncakla,
Doç. Dr. Oetker

1 Kasım 2007 Perşembe

Kabullenilmemiş Çocuk

Galiba şu an sırf boş vaktim var ve aklıma geldi diye yazıyorum. Bir arkadaşın blogu ile ilgili bir diyalog geçti, sonra dedim ki bizim de yok muydu? E vardı. E nooldu? Duruyormuş öylece. Ne istediğimi bilmiyorum aslında yazarken, tıpkı bu blogu yaratırkenki gibi. Yani anlayacağınız bu açıdan hemen hemen üç aydır hiç bir şey değişmedi kafamda. Ama artık biraz ilgilenmenin vakti geldi.

İsmindeki muzip gülümseme ve fesatlığa deyinmiş Orçun, hani yıllar sonra açığa vurulan devletler arası sırlar misali son derece sallama olarak bulunmuş bir isim. Gitarımın köşesinde parmaklarım tellere takılmasın diye zaman zaman azıcık azıcık parmaklarımın uçlarına alıp yumuşakça dağıttığım vazelini gördüm, dillendirdim, tam da orçun'un aradığı isim gibi oldu, daha önce de kimse bir blog adı için bu kadar absürt ve saçma bir şey almadığı için mutlu mesut ama içe sinmemiş bir şekilde başladık blog macerasına, ama içe sinmemesinden olsa gerek oldukça sessiz sakin ve unutulmuş olarak kendi kendine durdu.

Bazı şeyler vardır hayatta, hatta genelde istediğiniz gibi olmasa da kabullenmek ve o şekilde devam etmek, ettirmek durumunda olduğunuz. Bu blogda öyle bir çocuk. Düşündükçe bu geçen süre de ben onlardan çok fazlasını kabul ettim ama burdan anlaşılmamalıdır ki sesim soluğum da çıkmaz bu tarz durumlarda gibi bir sonuç. Burada ara ara, sık sık, sürekli olarak bu konu başlığını rahatsız etmeyi planlıyorum. Hatta psikopatlaşıp her yazdığım konuyu en alakasız yerinden buna bağlar hale geleceğim, takip eden olduğunda da sıkılacak. fena olacak.

Bir de vazelin isimli bir blogda pek de ciddi şeyler yapmamız beklenmiyor. Biz de beklemiyorduk hala da beklemiyoruz galiba, ama ciddiyet taraflarımızı kusmamız gereken, fazlamızın bize sormadan kendisinin gidebileceği bir nevi genleşme tankı gerekli oluyor. İnsanın kendi beyni yeterli olsa da paylaşma ihtiyacı duyuyor her zaman için, yani tüketim ihtiyacı gibi bir şey aynı zamanda. Kendi yeterli olsa da bunu da istiyor. Bir nevi lüks mü ya da bu?

Bu ihtiyacı da gidermiş olurken, hem siz hem de benim için belki eğlenceli bir hal alır burası.

Ama şuna bir bakınca uzak duruyor sanki. Ne kadar gıcık bir yazı aslında bu böyle ya...

27 Ağustos 2007 Pazartesi

Hoşgeldin Vazelin!

Merhabalar efendim,
Bir blog macerasında daha beraberiz. Önümüzdeki günlerde büyük olasılıkla herkesin unutacağı bu blogdaki ilk yazıyı yazma görevi bana verildi. Bendeniz Doç Dr. Oetker ... Yıllardır televizyonlardan izliyor ve beğeniyor olabilirsiniz. Yurtdışında tahsilimi tamamladım "21. Yüzyıl Balkan Puding Politikaları ve Türkiye'ye Etkileri" başlıklı doktora tezimi de yazdım -ki yakında burada paylaşacağım- ve ülkeme döndüm. Sizlerleyim.

Gelelim bloğun adına. Vazelin adını görünce böyle dudağının kenarı hafif kıvrılarak çaktırmadan sırıtan, içinden kötü düşünceler geçiren zihniyeti şiddetle kınıyoruz. Tamam vazelin bu. popona da sürersin başına da; ancak vazelin üzerinden toplumsal sapkınlık yapmak ayıptır, ahlak suçudur.

Vazelin dediğimiz gibi her tarafa sürülebilen yararlı bir kremdir. Yüzyıllar boyunca Osmanlı Padişahları'nın tuvaletlerinde bulunmuş, çeşitli doğal felaketlerde toplumun yanında bulunmuştur. Biz de böyle bir bloguz işte. Osmanlı Padişahlarıyla bir alakamız olmasa da vazelin kadar süperizdir. Unutulmamalıdır ki Süferman bile kriptonitten kaçtığı zamanlar vazeline sığınırdı.

Budur yani olay. Bu ne be? dediğinizi duyar gibiyim. Hahayt deli oğlan. Fak yu!
Salıncakla kalın.